ANKARA ECZACI ODASI GENÇLİK KOMİSYONU


 Feminizm, genel dünya düzeni içerisindeki haksızlıkları ortadan kaldırmak ve kadınların da haklarını tanıyıp korumak amacıyla oluşmuş bir mücadeledir. Feminizm ile ilgili ilk yaklaşımlar her ne kadar 17.yy’da ortaya çıkmış olsa da, teorik olarak ortaya çıkışı 18.yy’ın sonlarıyla 19.yy’ın başlarına denk gelir. İlk feminist başkaldırı, Fransa’da erkek haklarını tanımlayan sözde insan haklarının kadınları da kapsaması talebiyle ortaya çıkmıştır. ‘Eğer kadının idam sehpasına mahkûm olma hakkı varsa, tribünden izleme hakkı da olmalıdır’ cümlesi günümüzdeki feminist örgütlenmenin bir yerde temeli sayılabilir.

  Feminizm onlarca alt dala sahip olsa da üç dalgadan meydana gelir.

  Birinci dalgada kadınlar temelde üç hakları için mücadele etmişlerdir: Bunlar seçme, mülkiyet ve eğitim hakkı olmuştur. Bugün bunlar çoğumuz için ne kadar sıradan şeyler olursa olsun, kadınların bu hakları elde etmesi aslında yakın tarihe ve sancılı süreçlere dayanır. Avrupa’nın bazı yerlerinde çok nadir de olsa kadınların oy kullanma hakkı vardı ancak oy kullanmanın da katı şartları vardı. Örneğin kadın mülk sahibi olmalı veya mülk sahibi bir erkekle evli olmalıydı. Amerika’da ise kadınlar ve siyahlar oy kullanma hakkına sahip değildi. Daha sonrasında siyahi erkeklere oy hakkı tanınmış olsa da o dönem Amerika’da kadınların bu hakka ulaşması imkansız gibi bir şeydi. 

  Fransa’da oy hakkı için mücadele eden kadınlara ise ‘süfrajetler’ deniliyordu. Süfrajetler, feminist mücadele içerisinde en çok aşağılanan ve tepki gören kesim oldu. Gazetelerde her gün ne kadar çirkin oldukları ile ilgili karikatürler çizildi, o dönem büyük utanç ve dışlanma kaynağı olan lezbiyenlik iddiaları havada uçuştu. Bununla yetinmeyip evlerinin yolunda kitlelerce taşlanan kadınlar oldu. Anlayacağınız, ‘feminist kadın çirkin kadındır’, ‘tüm feministler aslında eşcinseldir’ algısı bu dönem yaratılmıştır. 19.yy’daki çoğu düşünce ve uygulama geçerliliğini yitirmiş ve hatta alay konusu olurken, o zaman ortaya çıkmış bu algının hala geçerliliğini koruyor olması özellikle ülkemizde yüz kızartıcı bir durumdur.

    İkinci dalga feminizm cinselliğin ve doğurganlığın birbirinden ayrılmasını temel alır. Daha sade haliyle kadının bir üreme makinesi olmadığını ve hamile kalma riski olmadan da cinsellik yaşayıp zevk alabilme hakkı olduğunu kabul ettirme çabasıdır. Bu dalganın en önemli isimlerinden birisi Simone de Beavoir olmuştur. Kadınların kurtuluşu karınlarından başlayacak diyen Beavoir, 2. dalga feministlerin ideolojik ve pratik yolunu çizmiştir. “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü ikinci dalga feminizmin sloganı haline gelmiştir.

  Doğum kontrol 14 yıl süren zorlu bir mücadeleden sonra Fransa’da yasallaştı. Bu süreçte zaten Amerika’nın da çoğu eyaletinde yasallaşmıştı. Ancak bugün bile doğum kontrol yöntemlerinin hiçbirinin tam olarak koruma sağlayamadığını düşünürsek kadınların cinsellik ve doğurganlığı birbirinden ayırabilmek için kürtaj hakkını kazanması gerekiyordu. Kürtaj hakkı da ilk olarak 1967’de İngiltere’de kazanıldı.

Ancak kürtajın yasallaşması, kürtaj olmak isteyen kadınlar için mali kolaylık ve uygun sağlık koşullarında kürtaj yaptırma olanağının sağlanması anlamına gelmiyor. 2. dalga feministler bu konuda da ciddi boyutta mücadele etti. Dünyanın her yerinde bazı kesimler bu konudaki yasaların yeniden gözden geçirilmesini bugün hala talep etmeye devam ediyorlar.

Kadınların sahip ve mahkum olduğu en önemli alan özel alandı. En büyük sömürü ve toplumsal cinsiyet rollerini var eden patriyarka, evden ve aileden, yani hiçbir kamusal yapının müdahalesine imkan verilmeyen “mahrem”den geçiyordu. Daha sonra, özellikle feminist edebiyat alanında başarılı olmuş Kate Millet, Fahişelik Dosyası isimli kitabında, özel alanın politikasını yapmaya başladı. Bu kitap çeşitli sebeplerle seks işçiliği yapan kadınların hayatlarından kesitler sunuyordu. Bu kitap sadece feminizm açısından değil, aynı zamanda akademik anlamda da önemli bir çalışmaydı çünkü ilk defa “deneyim”, bir bilimsel veri olarak kabul edilmekteydi.

Süreç her ne kadar hızlı ve güzel ilerlese de geçmişten gelen alışkanlıklar, kadınların birbirlerini yargılamadan örgütlenmesini zorluyordu. Bu durum, şu anda da süren ve hemen her feminist grubun kabul ettiği “bilinç yükseltme” pratiklerini beraberinde getirdi. Bilinç yükseltme, temelde belli bir sayıda kadından oluşan küçük grupların kendilerinden, alışkanlıklarından, utançlarından ve deneyimlerinden bahsederek; hem birbirlerini ve kendilerini tanımaya, hem de toplumsal cinsiyet rollerinin tek tek kişiler üzerindeki etkisini sorgulamaya, bu şekilde de birbirlerini yargılamadan “kız kardeş” olmaya yarıyordu. Şu sıralar özellikle sosyal medyada denk geldiğimiz ‘kız kardeşlik kazanacak’ mottosunun temeli 68 kuşağındaki sisterhood akımına, dolayısıyla bilinç yükseltme pratiklerine dayanır.

Türkiye’de ilk feminist örgütlenme, 1984 yılında kurulan Kadın Çevresi oldu. Kadın Çevresi, feminist bir yayıneviydi ve feminist bir literatür oluşturmak için kitap basıyordu. Kadın Çevresi aynı zamanda feministlerin ve feminizm üzerine düşünmeye başlayan kadınların birbirini bulduğu bir örgütlenme haline geldi. Daha sonra bilinç yükseltme toplantılarını, feminist dergileri ve kampanyaları örgütleyecek olan kadınlar burada tanıştı ve aktif olarak feminist siyaset üretmeye başladı. 

Türkiyede 2. dalga feministlerin ilk organizasyonu Dayağa Karşı Kampanya oldu. 1987’de Çorum’da bir hakimin şiddet nedeniyle boşanmak isteyen üç çocuklu bir kadının talebini, “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” gerekçesiyle reddetmesi üzerine kampanya başlatıldı. Kampanyanın sonunda ünlü Mor Çatı kuruldu. Bu kampanya ile özel alan olarak görülen “hane”, kamusal alanda tartışılmaya başlanıldı.

‘İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” kampanyası, Türkiye’de kadın kurtuluş hareketinin gerçekleştirdiği en radikal eylemlere sebebiyet verdi. Kampanyanın sembolü mor iğneydi. Mor kurdeleler bağlanmış büyük iğneler, tacize karşı kadınların kendilerini taciz eden erkeklere batırması için vapurlarda ve kamuya açık mekanlarda feministler tarafından dağıtıldı. İğne, ilginç bir semboldü çünkü cinsel tacize karşı silah sayılabilecek bir şeyin kullanılmasının meşru müdafaa olduğunu anlatıyordu. (ÖZ SAVUNMA HAKTIR)

“İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” kampanyası, 90 yılında başladı. Büyük ölçüde TCK’nın 438. maddesine yönelikti. Bu maddeye göre, seks işçisi kadınlar tecavüze uğrayınca üçte iki ceza indirimi uygulanıyordu. Sebep olarak, zaten “iffetsiz” olan kadınların tecavüzü hak ettiği ve “iffetli” kadınlara göre çok daha az hasar aldığı öne sürülüyordu. Feministler, sadece seks işçisi kadınlara tecavüzün meşruluğunu değil, kadınların iffetli-iffetsiz ayrımına tutulmasını da protesto ediyordu. Daha sonra da çok sık duyulacak olan “Bedenimiz Bizimdir” sloganı ilk kez bu yıllarda kullanılmaya başlandı. Kampanya, İHD ve Baro’nun da katkılarıyla yasanın kaldırılmasıyla son buldu. 

3. dalga feminizme geldiğimiz zaman işler değişmeye başlıyor. 90lı yılların başında oluşmaya başlamış bu dalga, keskin hatlarla 2. dalgadan ayrılmıştır. Örneğin ikinci dalga feminizm, tek ortak noktası kadın olmak olanların katıldığı bir mücadele arzuluyor, tüm kadınların aynı muameleyi gördüğünü ve dolayısıyla aynı haklar için mücadele etmesi gerektiğini savunuyordu. Ayrıca toplumsal cinsiyet rollerini tamamen yıkmayı amaçlayan 2. dalga ‘feminen’ söylemlere de tamamen kapalıydı. 3. dalga feminizmde kadınların kadın olmalarının yanı sıra, farklı kesimlerce farklı sömürülere maruz kaldığını savunan bir düşünce yapısı vardır. Örneğin siyahi bir kadın ile beyaz bir kadını mukayese ettiğimizde, maruz kaldıkları ortak problemlerin yanı sıra azınlık kabul edilen siyahi kadın maruz kaldığı ekstra problemlerle karşılaşırız.

3. dalga feministler kendilerinden önce gelen kuşağı evrenselci, farklılıklara karşı duyarsız, orta sınıf ve heteroseksist olmakla suçluyorlardı. Bir noktada doğru sayılabilecek bir suçlamadır bu. Çünkü gerçekten de 2. dalga feministler isteklerini ortaya koyarken var olan farklılıkları tamamen görmezden geliyorlardı. Temel olarak, 2. dalga, mutlak eşitlik isterken, 3. dalga, farklılıkların değerli olduğuna vurgu yapıyordu.

Bambaşka bir tarafta, ilk kez Müslüman kadınlar kendi hakları için mücadeleye başladı. Türban yasağına karşı gerçekleştirilen protestolar feminist kadınlarla Müslüman kadınların en önemli ve en çok bilinen teması sayılabilir. Hem Türkiye’de hem dünyada bugün, kimi feministler kadın sorununu kapitalizm ile ilişkili görürken, kimi feministler politik görüşleri ne olursa olsun, bu iki durumu birbirinden ayırıyor.

Feminist hareketin dünyadaki ve ülkemizdeki tarihçesini incelediğimiz bu yazı umarım hepimiz için faydalı olmuştur.

 Dayanışmayla, sevgiyle ve feminist kalın.

KAYNAKLAR

 

  1. İkinci Cins/Simone de Beavoir

  2. Yerli Bir Feminizm/Aynur İlyasoğlu, Necla Akgökçe

Yazan: Selin Baykal