ANKARA ECZACI ODASI GENÇLİK KOMİSYONU


İnsanlığın doğuşundan beri çoğu insan topluluğu erkeklere kadınlardan daha fazla değer veren ataerkil toplumlar olmuşlardır. Kültürlere göre kadın ve erkek tanımları farklılık gösterse bile genel olarak erkek olmak hep daha ayrıcalıklı olmuştur.
Ataerkil toplumlar; erkekleri ve kadınları ayırarak, onları kendi cinsiyetlerinin gerektirdiğince düşünmek ve davranış sergilemek üzere eğitir ve erkeksi özellikler, her zaman kadınsı özelliklerden daha fazla değer görür. İlk çağlarda bu durum ataerkil genlere, erkeklerin fiziksel güçlerine bağlı olarak yorumlansa bile günümüzde durum tamamen farklıdır. Hatta ‘’fiziksel güç’’ teorisi çoğu zaman dilimi için yanlıştır. Çünkü geçmişten günümüze şöyle bir baktığımızda yine en ağır işlerde kadınların çalıştığını, hukuk-bürokrasi gibi fiziksel güç gerektirmeyen görevlerde de keza kadına yer verilmediği çok aşikardır.
Çağlar değişti, dinler-medeniyetler değişti, teknolojiler gelişti ama yine de insanlık kadın-erkek ayrımı konusunda hala yerinde sayıyor.
Henüz çocukken izlediğimiz çizgi filmler, dinlediğimiz masallar, bizlere oynatılan oyunlar da bir kadın ve erkeğin nasıl olması gerektiğini bilinçaltımıza gizlice işliyor. Masallarda bile prenseslerin kendini kurtaracak prensi beklemesi ancak ondan sonra mutluluğa ulaşılabileceğinin düşündürtülmesi, kadınların bir eş ya da çocuk sahibi olmadan ‘tam’ olamayacağı ve dış dünyanın erkeklere ait bir dünya olduğu, bizlerin ise kadınlar olarak içeride olup prensimizi beklememiz gerektiği mesajı veriliyor.
Halbuki bizler kadın olarak eksik veya yarım değiliz. Tam olabilmemiz için uygun bir eşe veya çocuğa ihtiyacımız yok.
Kültürlerimizde çeşitli sözler vardır. Örneğin bir kadının bir işi güzel yaptığını söylemek, onu takdir etmek için bile ‘’erkek gibi kadın’’ deyimini kullanırız. Bir işte iyi olabilmek için erkek gibi olmaya gerek yok. Eğer küçük de olsa cinsiyet eşitsizliğine karşı katkıda bulunmak istiyorsak; hayatımızdan, bilinçaltımızdan bu tür sözleri çıkararak, bunu çevremizdeki insanların algılamasını, anlamasını sağlayarak bir şeylerin değişebilme ihtimaline yardımcı olabiliriz.
Kadınlardan yapılması beklenen işleri yapmak zorunda değiliz, içeride olmak yerine dış dünyada var olabiliriz, dış dünyayı yönetebiliriz. Fakat günümüzde bile hala kadınlar devlet kademelerinde, özel iş yerlerinde her ne kadar yükselse bile; yine de mesleki açıdan ilerlemesi için bir erkeğe göre daha çok direnmesi, mücadele etmesi ve bir erkekten beş kat daha fazla uğraşması gerekiyor. İş yerinde karşı cinsteki bir bireyle konuşurken her zaman konuşmalarına dikkat etmek, yanlış anlaşılmamak için temkinli olmak zorunda. Çünkü kadınlara cinsel obje olarak bakmaktan vazgeçmeyen topluluklarız.
Daha küçükken aile eğitiminden başlamakla birlikte üst düzeydeki konumlara gelmiş belli bir tecrübe edinmiş insanlar bile kadınlar hakkında, özgürlükleri hakkında rahatlıkla yorum yapıp yargılayabiliyorlar. Aynı şeyleri bir erkek yapsa sorun olmuyor fakat bir kadının geç saatlere kadar çalışması veya kadının bir işte çalışması, gece arkadaşları ile birlikte dışarıda vakit geçirmesi veya gece tek başına yürüyüşe çıkması, açık giyinmesi veya kapalı giyinmesi… Kısacası bir kadının yaptığı her aktivite bir sorun olabiliyor, birilerini mutlaka rahatsız edebiliyor ve her seferinde sadece kadın suçlu oluyor. Bunları sorgulayan insanlarda ahlak var mı yok mu bilinmez ama ‘’ahlakçılık’’ kavramı olduğu kesin ve bu kavram sadece kadınlar üzerinden yorumlanıyor.
Ataerkil toplumlarda bu ahlakçılık kavramı ve erkeklerin genel olarak baskın olması gerektiği düşüncesi çoğu zaman şiddet aracılığı ile kadınlara kanıksatılmaya çalışılıyor. Bu durum hala dünyaca aşamadığımız büyük bir problem. Kadınlar ister ekonomik bağımsızlığı elde etmiş olsun ister ekonomik açıdan eşine bağımlı olsun, yine de şiddet türlerinden biriyle muhakkak karşı karşıya kalıyor.
Yaşamımızın hemen hemen her alanında karşımıza çıkan şiddet, çığ gibi giderek büyüyen ve önüne geçilemeyen bir şekilde birçoğumuzun hayatını, fiziksel ve ruhsal sağlığını, huzurunu ve mutluluğunu etkileyen gizli bir tehlike olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Bu durumda biz kadınlar olarak mücadele etmekten asla vazgeçmemeliyiz, karşımızdaki bireylerin bizi sindirmesine, hayallerimizi gerçekleştirmemize engel olmalarına asla izin vermemeliyiz. Sesimizi duyurmaktan, ‘’çevremdeki insanlar ne der’’ diye düşünmekten vazgeçip kendi yolumuzu çizebilmeliyiz. Daha büyük problemlerle karşılaşmamak adına en küçük kısıtlanmayı sineye çekmemeli, haklarımızdan ödün vermemeliyiz.
‘’Nasıl yaşamak istiyorsanız öyle yaşamanız ve bundan gurur duymanız dileğiyle…’’

Yazan: Emine Nur Avcı